Bu yazıyı fistikyesili.com adresinde yayınladıktan sonra, sanırım artık kendi bloguma da ekleme zamanım geldi. __________________________________________________________
JD:Sebebi gerçekten bilemiyorum, biraz açar mısın lütfen? (eklektisizm üstüne)
Galantus:
Sebep benim için çok ortada aslında… Ama tam olarak seninle ilgili değil… Retrospektif diye yapılan işler… Garip garip geri dönüşler… Üretemeyişler… Yine de üretiyormuş gibi yapmalar… Retro bir sıkıntı… Retro bir dayatma… Her şeyin ille de “neo”su… Neo bi kasış aslında… Yeniye şüpheyle yaklaşma… Üstüne üstlük eklektisist bir yüceltme, alkışlama… Gerçek ve estetik dışı hatta anti dialektik oluşu bilme ama bilmezden gelme… Falan filan…
Senden şüphe duyduğum için değil… Ben de gotik severim… Ama gotiğin gotik olduğunu bilerek… Bunun retro bi sevimliliği varmış gibi yapmadan… Amaaan çok uzattım…
Yani seninle ilgili değil… Ama sordum işte yine de…
JD:
Sıkıntını anlıyorum.
Bizler, insanlar, tüm var oluşlarımızı aynı “yenilik şüphesi ve korkusu” ile geçirmedik mi? “Eski”nin sıcaklığına rahatlığına kendini bırakmak varken açık denizlere yelken açmak nedendi?
Dahası, salt şüphede kalmadı işler, harekete bile geçtik çoook sefer. Hareket diyordum, BANA karşı bile harekete geçildi çoğu ortamda, çoğu zamanda!
Ama bildiğimiz tarihi incelersen, o yelkenleri yakanlar değil, o yelkenleri açanlar hep iz bırakmış..Dünya tarihine bir bak, özellikle de bilim tarihine ve düşün; yenilikten “gerçekten” korksaydık teknolojinin aritmetik değil geometrik artışı diye bir şeyden söz edebilir miydik?
Neyse, bu bir tarafı işin.
“Gotiğin gotik olduğunu bilerek” kısmını da epey sevdim bilesin.
Çağımızı biliyorsun benim gibi, hayatlar bir “master-slave” ilişkisi içinde global manada. Onlar ne verirse kitle alıyor, onlar neyin sevilecek olduğunu söylerse kitle seviyor, neyi sevmeyin derse kitle sevmiyor, onlar için ne neyse kitle için de o…
Yani “freedom of choice” sloganı hikaye bir bakımda, anca senin benim ve azınlık bir kısmın tercihleri ve bildikleri özgür ve özgün. En azından “erişim alanlarımız ölçüsünde özgür ve özgün”.
Gotiği de “öyle ” bilmeni istiyorlar, sen de biliyorsun. Ama dahil olduğumuz “diğerleri” grubu “öyle” bilmeyi reddedip öncüllerinin açtığı yollardan yürüyor inatla, mesela gotiğin kökenini biliyor, hayatın diğer alanlarına tarihteki ve andaki yansımalarını iyi kötü biliyor - en azından bilmek istemiş- ve mesela gotikle beraber gidebilen “grotesk” hakkında da haberdar…
Bu da daha başka bir tarafıydı işin.
…diyerek başlayan bir fikir kıvılcımı bana bu yazıyı hazırlamaya itti; GOTİK
Gotik dedik bir kere, “grotesk”ten başlamak şarttır.
Resimlerden de görebileceğimiz gibi, grotesk kavramı şeytani ve gülünç bir esinti taşıyor üstünde. Sanki güzel ve çirkin, iyi ve kötü aynı bedende. Neticede “gotik” derken “grotesk” kavramından bahsetmemek imkansızdır. Nasıl gotik atmosfer, özellikle de mimaride, sıklıkla abartılı ve bu bağlamda ürkütücü öğeler taşıyorsa grotesk kavramı da aynı abartılılığı ve ürkütücülüğü içerir.
Şu anda bunları okuyan ve resimleri gören sen, ben, sizler ve diğerleri ürkmese de, 1200’lü yılların en basit eğitimden bile mahrum bırakılmış Avrupasını düşürseniz, hak vereceksiniz.
Şimdi, “gotik” kavramına gelelim.
Bu kavram aslında evet, çoğumuzun aklına ilk gelenlerden, Got’lardan türüyor.
Zamanla çeşitli Kuzey Avrupa ve Germen dillerinde evrim geçire geçire ilk önce Doğu Germenya’da yaşayan bir kavmin, Gotların dili oluyor sonra da Kırım Gotlarının dili olarak görüyoruz bu gotik kavramını.
Ardından da Orta Çağ’ın sonlarına doğru Gotik Sanat adı altında az sonra kısaca bahsedeceğim tarz oluşuyor. Daha doğrusu oluşturuluyor zira o zamanlarda sanat kilise tekelinde ve dini konular işleniyor. Bununla beraber de halkın “cahil” ve kolayca korkutulabilir olduğu gerçeğini de eklerseniz, özellikle de mimaride oldukça fazla eser ortaya konuyor bu gotik tarzda.
Tüm detaylar huşu oluşturmaya yönelik, “tanrının yüceliğine atıf”
Dışarıdan bakınca “vay anasını” dedirten sivri kuleler ve pencereleri duvarların her bir tarafında işlemeler.
İçlerine girince de, insan yaklaşık 40 - 50 metre yükseklikte bir tavanla karşılaşınca boğuluyor, kendinin ufacık olduğunu tekrar fark ediyor.
Soldaki resim Almanya Köln’de bulunan Dom Katedralinin içinden bir görüntü. O katedral’in kulesi 120 küsür metre, 100. metreye kadar çıkabiliyorsunuz.
Düşünün, o zamanların insanının görebileceği en yüksek bina iki katlı taştan eserlerken, köylüye, “basit” adama gidip yukardaki gibi binalar gösterince ister istemez bir “biat etme” oluşturuyorsunuz.
Buraya kadar mimari kısmıydı. Daha sonra da 18.yy’dan itibaren bir kere daha sanata bulaşıyor gotik ve özellikle edebiyatta kendine yer buluyor. Bkz. Edgar Allan Poe, H.P. Lovecraft (bu nistepen daha yeni) v.d.
Ardından müziğe de giriyor hem o zamanlarda hem de bir alt kültür oluşturabileceği yakın geçmişte. Modern müzikte gotik konusunu hiç anlatmıyorum, ilk temsilcileri Sisters of Mercy, The Cure, Siouxsie and the Banshees’dir diyeyim size yetsin. Ama daha sonra Evanescence gibi garabetlerle yazımın taaa başında alıntıladığım duruma dönüyor işler ve yazarın, JD’nin midesi bulanmaya başlıyor…
DİPNOT:
Freedom of Choice (Seçim Özgürlüğü, tercih manasında) hem A Perfect Circle grubunun Emotive albümün sert şakılarından biridir ve unutulmazdır hem de Metallica’nın And Justice For All (Ve Hepimiz için Adalet) albümündeki Eye of the Beholder şarkısında işlenen temadır;
do you see what i see?
truth is an offence
you silence for your confidence
do you hear what i hear?
doors are slamming shut
limit your imagination, keep you where they must
(gördüğümü görüyor musun, gerçekler bir saldırı, sessizliğin güvenin. Duyduğumu duyuyor musun? Kapılar kapanıyor, hayal gücüne set, olman gereken yerde tutuyor)
…diye başlayan şarkı,
independence limited (bağımsızlık kısıtlı)
freedom of choice (seçim özgürlüğü)
choice is made for you my friend (seçim senin için yapıldı arkadaşım)
freedom of speech (konuşma özgürlüğü)
speech is words that they will bend (lafların onların büktükleri)
freedom with their exceptions (istisnalarıyla bir özgürlük)